Yaz tatilinin en güzel tarafı erken kalkmak zorunda olmamaktı benim için. Babaannem müzik kanallarında denk geldikçe Umay Umay’ın Geceleri yatmaz oldum, gündüzleri kalkmaz oldum şarkısıyla uyandırıyordu beni. Kahvaltıyı hazırlamış, ekmekleri kızartmış. Yağlıyoruz, ballıyoruz karşılıklı. Paşa çayım hep var. Televizyona bakarak yuvarlıyoruz ekmekleri. Birden dışarıdan bir kadının bağırdığını duyuyoruz. İki meraklı fırlıyoruz cama. Erik eğilmiş camın önüne, ceviz bahçenin köşesinden neredeyse göğe yayılmış, dut sol duvara yaslanmış neyi var neyi yok döküyor patır patır. Ses nereden geliyor, kimden geliyor göremiyoruz. Daha ağzımdaki lokmayı yutmadan terliklerimi takıp çıkıyorum bahçeye. Yine sesin nereden geldiğini göremiyorum. Mahalleden çocukların Emine Hanım Teyze’nin asmasının altında toplaşmış kıkırdaştıklarını görünce yanlarına gidiyorum. “Gel gel, Yasemin yine coştu,” deyip aralarına alıyorlar beni.
Her mahallenin vardır ya bir delisi; bizimkisi de Yasemin’di. Anneannesiyle birlikte bizim evin karşı çaprazındaki dar ve uzun apartmanın en üst katında oturuyordu. Genç gibi görünse de, cesaret edebilir de yüzüne dikkatlice bakarsanız en az kırk yaşında olduğunu anlamak zor değildi. Yüzü çil doluydu. Yaz kış aynı pardösüyle gezer, petrol yeşiline çalan başörtüsünü çenesinin altında bağlamadan sokağa çıkmazdı. Ensesinden ve kulağının çevresinden dalgalı saçları dökülürdü, çoğu da beyazdı. Her gün evinden çıkıp bir yerlere gider, tahminlerimize göre İstanbul sokaklarında boş boş gezinirdi. Sokağa girdikten sonra neredeyse her on adımda bir durup, kendi kendine dakikalarca söylenirdi. Pek ne dediği anlaşılmasa da, küçük ama hızlı el hareketleri sinirli olduğunu belli etmeye yetiyordu. Beş dakika sonra evde olabilecekken, sokaktaki bu dur kalklarla saatlerini harcardı.
Mahallemizin en yaramaz çocuğu Zafer, Yasemin’i her gördüğünde ona laf atıp tahrik eder ve kimseye zararı olmayan Yasemin’in aniden koşarak onu kovalamasından keyif alırdı. Yasemin’in kolay kolay çıkamayacağı bir duvarın üstüne kendini atınca da, kahkahaları sokağı inletirdi. Daha küçük yaşlarda banyodan çırılçıplak sokağa kaçan bu çocuk, annesinden yediği dayaklara artık bağışıklık kazanmıştı. Hani şu babaannemin “dayak arsızı olmuş” dediklerinden. Yasemin’e yakalanmaktan feci şekilde korksa da, her defasında zararsız bir şekilde eğlencesini sürdürmeye devam ediyordu.
İşte o sabah Yasemin yine balkona çıkmış, avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Orhan Palas’taki Leyla orospusuuuuu… Leylaaaaa… Orhan Palas… Çık dışarıııı…” Asmanın altında kocaman gözlerle Yasemin’i izliyordum. Arada sırada da karşı yamaçtaki Orhan Palas’a bakıyordum ama hiçbir hareketlilik olmuyordu. Bizim çocuklar orospu kelimesini her duyduklarında sanki ilk defa duymuş gibi kahkahalara boğuluyorlardı. Zafer, bizden birkaç adım daha önde pür dikkat Yasemin’e odaklanmıştı. Sonra aniden dönüp Yasemin’in taklidini yapmaya başladı. Dizlerine vurarak, “Orospu Leylaaaa… Orhan Palas’taki Leyla orospusuuuu… Çık dışarıııı…” diye bağıra bağıra Yasemin’le dalga geçiyor, kendini şekilden şekle sokuyordu. Çocuklarla beraber ben de gülüyordum. Ama galiba bu da ayıplardan biriydi. Alışık olmayanlar ve mahalleye yeni taşınanlar kendilerini pencereye atmış, bize neler olduğunu soruyorlardı. Zafer, “N’olcak, Deli Yasemin bağırıyor,” deyip taklitlerine devam ediyordu.
Bir kız oturuyordu avlusunda durduğumuz apartmanda; Cansu. Pek fazla sokağa çıkmaz, çıksa da kimseyle konuşmazdı. Öyle bir köşede maç yapan erkekleri, dedikodu eden ya da ip atlayan kızları izlerdi. Cansu’yu belki de ilk defa böyle heyecanlı görüyordum. Apartmandan çıkıp yanımıza koştu. “Size bir şey söyleyeceğim,” dedi. Zafer, Cansu’ya yaklaşarak taklitlerine devam etti. Cansu, gözlerini kocaman açıp Zafer’in burnunun dibine kadar sokuldu. Bu beklenmedik hareketle Zafer taş kesildi.
“Ya siz böyle gülüyorsunuz ama ben bir şey duydum,” dedi Cansu.
“Ne duydun?” diyerek atıldı Zehra.
“Yasemin neden delirmiş biliyor musunuz?” diye sordu.
Hepimiz öylece kalakaldık. Aramızda bilen var mı diye birbirimize baktık. Dudak büktük. Cansu bizden ses çıkmayınca, kafasını omuzlarının içine iyice gömdü, sesine biraz daha gizem kattı ve konuşmasına devam etti:
“Yasemin küçükken, annesine ve anneannesine gözünün önünde tecavüz etmişler. Annesini öldürüp, anneannesini bırakmışlar. Yasemin o gün delirmiş.”
“Tecavüz ne?” diyerek şaşkın şaşkın bakınmaya başladı Zehra.
“Çok kötü bir şey, çok kötü. Hem de gözlerinin önünde öldürmüşler," diye o donuk haliyle Cansu yeniden konuştu. Ama ne olduğunu tam olarak açıklayamadı.
Emre kafasını ellerinin arasına sıkıştırıp bisikletine doğru gitti. Atladığı gibi de hızla uzaklaştı. Benimse üzüntümün ve şaşkınlığımın yanında korkuyla tüylerim diken diken olmuştu. Anlatılan sahneyi gözümün önüne getirip sanki başıma gelmiş gibi yaşıyordum. Yan yana, asmanın altında uzanan duvarın üzerine dizildik. Bu esnada Yasemin çoktan bağırmayı kesmiş, evine girmişti. Biz de boş balkona öylece bakakaldık. Konuşamıyorduk. Babaannemin sesiyle irkildim: “Hadi gel artık.” Zafer’i belki de ilk defa böyle ciddi ve hüzünlü gördüğüm için omzuna dokundum, “Görüşürüz.”
O gün akşama kadar Cansu’nun anlattıkları aklımdan çıkmak bilmedi.
Babaannem, “Noldu? Neye canın sıkkın senin?” diye sorup durdu ama bir cevap alamadı benden. Sorgulamıyordum. Olduğuna öyle inanmıştım ki bu olayın, gözümün önünde sahnelerle yeniden yeniden canlandırıyor, rahatça ağlayabilmek için genzimdeki yangıyla kendimi banyoya zor atıyordum. Kimseye bir şey anlatmamak ve sanki yaşamışım gibi bir acıyı sahiplenmek, bana kendimi büyümüşüm gibi hissettiriyordu. Akşam yemekte ağzımı bıçak açmadı. Hiç adetim olmamasına rağmen, uyumadan önce anneme sıkı sıkı sarıldım. Bir şey olduğunu anlamıştı ama hoşuna giden bu durumu da bozmak istemedi belli ki. Bir öpücük kondurdu alnıma, ışığı kapatıp çıktı. Babaannemle aynı odada uyuyorduk. Perdeye sokak lambasının ışığı vuruyor, arkasında ağaç dalları kıpırdanıp duruyorlardı. İçimde tuhaf bir korkuyla gözümü perdeden alamıyordum. Babaannem de fısır fısır dua ediyordu. Gözlerimi kapattığım an kendimce kurduğum sahneler canlanıyor, kuyruk sokumumdan yukarıya bir füze atılıyordu sanki. Kalkıp babaannemin yanına gittim.
“N’oldu? Uyuyamadın mı?”
“Seninle yatayım mı bu gece.”
“Gel.”
“Ben de güldüm Yasemin’e. Ayıp yaptım di mi?”
“Üzülme o kadar. Bizde deliye gülerler.”
Her ne kadar o tek parça, kenarından saten taşan kalın yastıkta rahat edemesem de sığınmıştım dedemin yokluğuna. Beyaz sabun ve naftalin kokusunun karışımında uyuyakalmışım. Sabah yine babaannemle kahvaltı ederken, komşu kızı Zehra çaldı kapıyı. Son dilimim elimde doğru asmanın altına koştuk. Zafer dahil mahallenin tüm çocukları orada. Cansu’nun anlattıkları dilden dile dolanmış. Konuşmuyoruz. Kimi top sektiriyor oturduğu yerde, kimi bisikletinin pedalını çeviriyor boşa… Sıcacık çocuk ruhumuzda bir soğuma. Öylece durgun durgun otururken, bir bağırış irkiltti hepimizi. Yasemin yine balkona fırlamış, Orhan Palas’taki Leyla’ya sövmeye başlamıştı. “Çık ulan dışarı orospu Leylaaaa… Orhan Palas’taki Leyla orospusu çık. Geberticem seni. Gebeeeerrrrrr…” diye çığlıkları mahalleyi boydan boya geziyordu. Zafer yerinden fırlayıp birkaç adım öne gitti. Ellerini beline koyup bir süre düşündükten sonra Yasemin’in balkonunun altına koştu. Biz ne yaptığını anlamaya çalışırken, müthiş bir ciddiyetle,“Evet orospu Leyla çık dışarı. Hepimiz seni bekliyoruz. Orhan Palas’taki Leyla orospusu çık dışarı,” diye avazı çıktığınca bağırmaya başladı. Ne yapmaya çalıştığını anladığımız anda koşuştuk balkonun altına. Mahallelinin şaşkın bakışları üzerimizde bağırıp duruyorduk: “Leyla orospusuuuuu… Çıııık… Orhan Palas’taki Leyla orospusuuuu…” Çok sinirliydik. Öfke kusuyorduk Leyla’ya. Hepimiz en az Yasemin kadar ciddiydik ve Leyla ile gerçekten bir meselemiz vardı.