Photos of 10 women

WOW’un Google Arts & Culture ile ortaklaşa düzenlediği The Hope Brigade (Umut Ekibi) sergisinin açılışını kutlayalım.

Yapım aşamasının bir yıl sürdüğü çevrimiçi sergi Brisbane'den Rio'ya dünya çapında 10 şehir ve ülkeden 100 öncü kadına yer veriyor.

Toplam10 ülke ve bölgedeki WOW ortakları tarafından kürasyonu yapılan ve 10 genç kadın fotoğrafçı tarafından hayata geçirilen WOW sergisi, her biri 10 ayrı temaya değinen 10 bölgeden 10 kadının hikayesi üzerinden global feminizm ve kadın hareketini anlatıyor. 

Bu önemli kadın hikayeleri kendi dünyalarında gördükleri değişimleri görünür kılarak global tabloyu aydınlatacak. Ama daha da önemlisi toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu ön planda tutmak için önümüzdeki on yılda yapılması gereken işler için herkesin zihninde bir katalizör görevi görecek.

WOW İstanbul seçkisini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Serginin tamamını görmek için lütfen burayı ziyaret edin.

*Biyografik metinler Elif İpek Akkaya tarafından hazırlanmıştır.
*Fotoğraflar Elif Kahveci tarafından çekilmiştir.

CANAN

'Eskiden kadın sanatçılar kendilerine feminist demekten korkuyor, erkekler tarafından ayrımcılığa uğrayacaklarını düşünüyorlardı. Artık kadın sanatçıların kendilerini feminist olarak adlandırmaktan çekinmediğini görüyorum. Kadınlar, haklarına sahip çıkarken bu konudaki sorunları tartışıp, konuşmaktan geri durmuyorlar. Erkeklerin sanat alanındaki baskınlığının ortadan kalktığını gözlemliyorum. Dünya çapında ismi duyulmuş Türkiyeli sanatçılar arasında kadınlar çoğunlukta. Kadın koleksiyonerlerin arttığını görüyorum. Benim eserlerimi alan koleksiyonerlerin yarısından fazlasını kadın koleksiyonerler oluşturuyor. Bundan 10 yıl önce sanat kurumlarında çalışan kadınlar olsa da yöneticiler genellikle erkekti. Artık önemli sanat kurumlarının başlarında kadın yöneticilerin ağırlıkta olduğu görülüyor. Kendi adıma kadın sanatçı olarak adlandırılmak istemiyorum. Erkek olan sanatçılara erkek sanatçı denmiyorsa, kadın olan sanatçılara da kadın sanatçı denmemeli. Sanatçı, sanatçıdır. Sanatçının üretimi herhangi bir cinsiyet, ırk, yaş ayrımından bağımsızdır. 

 

Bu ayrımın da yeni nesil sanatçılar arasında gittikçe azaldığını görüyorum. Bizim zamanımızda verilecek bir mücadele vardı şimdi onlar kendileri doğal olarak sahip oldukları hakları farkında ve daha rahat bir şekilde üretimlerini yapıyorlar. Demek ki 10 yılda ciddi kazanımlar elde edilmiş ve bazı meseleler sanat alanında konuşulmayacak kadar geride kalmış.Eşitlikçi bir zemin oluşmuş gibi görünüyor. Kişisel olarak kadın olmakla ilgili mağduriyet hissiyatını omuzlarımdan atıp birey olarak kendime değer vermeyi öğrendim. Kendi değerimi bildiğim sürece kimsenin üzerimde bu konu hakkında baskı kurmasına, beni belirli sıfatlar içine oturtmasını umursamıyorum. Kafamdaki erkek iktidarını yok ediyorum. Kıymetimi ben veririm ve ben kıymetliyim. Bunun cinsiyetle bir alakası yoktur. Şehvetim ve arzumla kadın olmaktan çok mutlu olduğumu da ayrıca eklemek isterim.'

CANAN, evet sadece Canan. Sanatının her döneminde politik bir duruş sergilemiş Canan babadan ya da eşten aktarılan soyadı kullanmamayı tercih ediyor, sanat yaşamını CANAN olarak sürdürüyor. Sanatçı, fotoğraf, minyatür, video ve performans gibi farklı alanlardaki üretimlerinde toplumsal cinsiyet üzerindeki ataerkil baskıyı kişisel bir yaklaşımla inceler. Türkiye’de kadına uygulanan baskıyı ve bu baskının temelindeki iktidar söylemlerini oluşturan kurumları ele alan eleştirel çalışmalar üretiyor. Hem Türkiye’de hem de yurt dışında çevreye zararlı bulunarak sansürlenen işleri, kapatılan sergileri sanatçıyı inandığı şeyleri yapmaktan alıkoymuyor. Kadın bedeninin politik ve sanatsal bir tahrik nesnesine dönüştürülmesine, bedenini sanatsal bir malzemeye dönüştürerek yanıt verir, yapıtlarında kendi bedenini kullanır. Çalışmalarında iktidar olan ideolojilerin, kadın ve kadın bedenini tek tipleştirerek oluşturdukları güzellik algısının yarattığı memnuniyetsizlik ve yetersizlik duygularına yer vererek kadın bedeni üzerindeki dayatmaları vurgular. 

Canan Arın

'Bir kadın olarak her zaman inandıklarım için, özgürce çalıştım. Kadın hareketinin içinde uzun yıllardır gerçek bir mücadelenin parçası oldum. İnandığınız bir davanız varsa herşeyi başarabilirsiniz. Türkiye’de kadın hareketi her zaman çok güçlü olmuştur. Aile hukuku eskiden tam bir maço düzeniyken verdiğimiz mücadeleler sonunda ailede eşitliğin korunması için gerekli kuralların konulmasını sağladık. Eski ceza kanununda bir kadına tecavüz edildiği zaman o saldırı, kadının bedenine değil nizâm-ı aile ve âdâbı umumiye yani genel âdâba ve aile düzenine yapılmış sayılıyordu. Kadın bedeni, mülkiyet hakkının babadan kocaya geçtiği bir mal olarak görülüyordu. Bunun en çarpıcı örneklerini eski ceza kanunu çerçevesinde namus adına işlenen cinayetlerde görüyorduk. Yeni ceza kanunda bu suçlar cinsel özgülüklere karşı suçlar başlığı altında toplandı ki bu devletin, insanların cinsel dokunulmazlığı olduğunu kabul ettiğini gösterir. Şu anki hükümet ‘aile kurumu’nu korumak adına kadının aile içinde marûz kaldığı psikolojik, fiziksel, cinsel her türlü şiddeti yok sayma eğilimi göstermektedir. Aile içinde de kadının rölünü sadece kadın eş olma ve annelik görevleriyle tanımladıkları için, kadının bireysel haklarını yok saymaktadırlar. Ancak artık kadınlar haklarını öğrendikçe bu şiddete marûz kalmayı kabul etmiyorlar. Boşanmalar da bu bağlamda artıyor. 40 yıldır kadın hareketi Türkiye’de dalga dalga yayılıyor. Bu yıllar içerisinde üniversitelerde kadın araştırma merkezleri kuruldu, hemen hemen her ilde kadın örgütlerinin merkezleri mevcut. 8 martlarda, 25 Kasımlarda polis şiddetine rağmen kadınlar sokaklara dökülüyor, ses çıkarıyorlar. Kadınlar mücadelelerini bilinçli biçimde, neyi istediklerini bilerek büyütüyorlar. İktidarın kendi içinde bile İstanbul Sözleşmesi hakkında ayrışmalar meydana geldi.  Önümüzdeki on yıl için umut beslemek istiyorum. Direnmeye devam edeceğiz.'

Türkiye’de kadının eşitlik ve hak mücadelesinde simge isimlerden Avukat Canan Arın, 1980 yılında Türkiye’deki sıkı yönetim sırasında başlayan ikinci dalga kadın hareketinin içinde yer almış ve o tarihten itibaren kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele etmiş, bu konuda politikalar oluşturulmasına yasaların kadınlar lehine değiştirilmesine katkıda bulunmuştur. Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi’nin kuruluşunda yer almış olan Arın aynı zamanda Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kurucularındandır. Türkiye’de kadın hakları konusunda yaptığı cesur çalışmalardan dolayı Bruno Leoni Enstitüsü hukuk ödülüne layık görülen feminist avukat, kadın düşmanı politikalar, bu politikaların kadın cinayetleriyle ilişkisi ve nafaka hakkına yönelik çalışmaları ile kadınların özgür ve bağımsız hayatlar kurabilmeleri için mücadele etmektedir. Örgütlü ve bilinçli bir şekilde kadın hakları mücadelesinin verilebilmesi için ilkokuldan itibaren, eşitliği, çocuklara işlememiz gerektiğini düşünen Arın’a göre bu noktada kadınların toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık ve erkek şiddetinden uzakta bir yaşam kurabilmek için sahip oldukları hakları genişletmesi ve mevcut haklarını da korumaya alması gerekmekte. Arın, şu sıralar Türkiye’deki bütün kadın örgütleri ile birlikte İstanbul Sözleşmesine dokunulmaması için çeşitli görüşler bildirmekte, çeşitli televizyon programlarına katılmakta ve diğer kadınlar gibi var gücü ile bu yolda mücadele vermektedir. 40 yılı aşkın bir süredir kadın hakları ve kadınların kendi kaderini tayin etmesi için mücadele veren Arın, Heinrich Böll Vakfı'nın 2021 Anne Klein Kadın Ödülü'ne layık görülmüştür.

Hacer Foggo

'Kadın yoksulluğu sadece gelir ve fiziki kaynakların yetersizliği değil, aynı zamanda sokakta ve evde güçsüz olma halidir. Temel neden ise toplumsal cinsiyet, hane içi eşitsizlik ve eğitimde eşitsizliktir. Bu süreçte yoksulluğun yarattığı güçsüzlüğe, kadınların gelecek kaygısına ve salgın döneminde evde, sokakta büyüyen öfkeye, yoksulluk şiddetine ve eşitsizliğe karşı durmak “hayırseverlik, yardım” değil, kalıcı eşitsizliğin farkına varılmasını, azaltılmasını ve nihayetinde ortadan kalkmasını hedefleyen bir dayanışmayı örgütledik. Gıdaya erişemediği için çocuklarına çöpten gıda toplayan, bebek bezi alamadığı için naylon poşet bağlayan anneye ulaştık, uzaktan eğitime erişemediği için tableti olmayan bir kız çocuğuna, eve kapandığında hiçbir geliri olmayan 65 + kağıt toplayıcı kadına, ücretsiz izine gönderilen gündelikçi bir kadınla dayanıştık. Covid 19’la birlikte sosyal adalet ve eşitsizliğe karşı başlattığımız dayanışmanın “Derin Yoksulluk Ağı”nın kurucuları da eşitsizliği doğdukları günden beri hisseden yine kadınlardı. Bu zor dönemde o tek odada büyüyen öfkesiyle ayakta kalmaya çalışan kızkardeşimizin elini tutarak, dayanışarak atlatmaktan başka çaremiz yok.'

İnsan Hakları savunucusu, aktivist, yazar Hacer Hoggo yoksulluğun bir insan hakları ihlali olduğunu düşüncesini temel alarak göz ardı edilmiş sorunların üzerine gitmektedir. Romanlar özelinde kadın ve çocuk yoksulluğu üzerine yıllarca çalışan aktivist, Sulukule ve Küçükbakkalköy'deki kentsel dönüşüme karşı mücadele etmiştir. Türkiye Roman Hakları Forumu’nun (ROMFO) kuruluşunu organize etmiş olan Foggo, Roman kadınlar ve çocukların eğitim alabilmeleri için çeşitli merkezlerin açılmasına destek olmuş, bu merkezlerde okuma-yazma, meslek edindirme, aile içi iletişim ve ders desteği eğitimleri verilerek katılımcıların güçlendirilmesi amaçlanmıştır Ek olarak, açık alan derneğinin yönetim kurulu üyesi Foggo dernek bünyesinde farklı kesimlerden gençlerin, kadın ve çocukların; eğitim, sivil toplum bilinci, sosyal girişimcilik ve teknoloji gibi alanlarda kapasitelerini geliştirmelerini amaçlayan Çimenev Bilim ve Sanat Merkezi’nin de kurucusudur.Günlük ve güvencesiz çalışan ailelerin, özellikle kadın ve çocukların, gıdaya erişimde ciddi sorunlar yaşadığı pandemi sürecinde Foggo, kişilerin gıda, barınma, sağlık, eğitim, giysi, psikososyal destek gibi temel haklara erişebilmeleri amacıyla #EvindenDeğiştir etiketiyle bir kampanya başlatır ve Derin yoksulluk ağını kurarak doğrudan destekçiden aileye temel ihtiyaçlar gönderilmesini sağlar. Foggo yürüttüğü Roman hakları mücadelesi ile dünyanın ilk ve en geniş sosyal girişimci ağı Ashoka’nın 2015 yılında destek sağladığı 3 kişiden biri olmaya hak kazanmıştır. Kendisinin Çivi Yazıları Yayınevi’nden çıkan “Kırmızı Püskül” adlı bir de inceleme-araştırma kitabı bulunuyor.

Özge Akbulut

'Malzeme mühendisiyim, meme yapıyorum. Kadınların meme-koruyucu cerrahi tekniklere ulaşabilmeleri, operasyon sonrası süreci olumlu etkiliyor. Cerrahların yeteneklerini geliştirmek ve meme-koruyucu teknikleri öğrenmek için eğitime ihtiyacı var. Dünyada her sene 1.7 milyon meme kanseri vakası görülüyor; bu vakaların yarısı meme-koruyucu tekniklerin eğitim eksikliğinden uygulanamadığı coğrafyalarda meydana geliyor. Tasarladığımız meme modeli, ulaşılabilir ve güvenilir bir eğitim platformu sunuyor. Dünyanın birçok yerinde binin üzerinde cerrah bu modelin üzerinde eğitim gördü. Erken teşhis ise en önemlisi; "göğüs değil meme" diyor ve vücut farkındalığının, kadının önce kendi sağlığına önem vermesinin altını çiziyoruz.

Özge Akbulut, İstanbul Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesidir . 2004 senesinde Sabancı Üniversitesi Malzeme Mühendisliği’nden mezun olan Dr. Akbulut, 2009’da MIT’deki doktorasını biyomoleküler aletlerin uygun fiyatlı üretimi ve yüzey bilimi üzerine yapmıştır. Doktora sonrası çalışmalarına ise Harvard Üniversitesi'nde (2009–2011), kaynakları sınırlı bölgeler için alet ve metot geliştirme üzerine devam etmiştir. Dr. Akbulut'un ana çalışma alanları yüksek yüklemeli süspansiyonların çimento endüstrisi ve arttırmalı üretimdeki kullanımları için reoloji kontrolü ve silikon-temelli kompozitlerdir. 2014'te cerrahi eğitim platformu üreten Surgitate'i kurdu. Surgitate'in ön planda olan üretimi, eğitim gören cerrahların modern onkoplastik teknikleri uygulayabileceği bir meme modelidir. Dr. Akbulut’un çalışması 2020 Newton Kürsüsü Ödülü için de finale kalmıştır.

Pınar Öncel

'Sürdürülebilirlik perspektifinden bakıldığında karşı karşıya olduğumuz tüm ekolojik ve sosyal sorunlar birbiriyle alakalı. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir dünyada başta iklim krizi olmak üzere küresel sorunların üstesinden gelmemize imkan yok; zira iklim krizi ile tüm eşitsizliklerin hem neden hem de sonuç seviyesinde derin bir ilişkisi var. Önümüzdeki on yıl, iklim değişikliğinde geri dönüşü olmayan noktayı aşmamak için, ekosistemle ve birbirimizle kurduğumuz sömürüye dayalı ilişkilerin değişmesi ve sürdürülebilir, onarıcı bir kültür oluşturmak için son şansımız ve kadınların bu mücadele içindeki rolü kritik. Artık sorunların sistemik olduğunu ve kadın, çocuk, çevre, hayvan hakları gibi birbirinden bağımsız başlıklarda ele alınamayacağını anladığımız yeni bir mücadelenin parçasıyız. Son on yılda giderek daha fazla sayıda kadının bilimde, iş hayatında, siyasette ve sivil toplumda değişim için harekete geçtiğini görüyoruz; önümüzdeki dönemde ise bu sayının katlanarak artacağını ve özellikle genç kuşağın liderlik edeceğini tahmin etmek zor değil.'

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin ve Surdurulebiliryasam.net’in kurucularından Pınar Öncel karşı karşıya olduğumuz karmaşık sorunlar karşısında direnç arttırmaya ve yaratıcı çözümlerle değişime odaklı bir tasarımcı ve sürdürülebilirlik danışmanı. Tuna Özçuhadar’la birlikte sürdürülebilirlik eğitimleri ve kapasite arttırma atölyeleri tasarlıyor ve yürütüyor. ODTÜ Endüstriyel Tasarım bölümünde lisans, Blekinge Tekniska Högskola (İsveç) “Sürdürülebilirlik için Stratejik Liderlik” programında yüksek lisans yaptı.   

2008 yılından bu yana devam eden Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, izleyicilerine, küresel çapta yaşanan çevresel, beşeri ve ekonomik sorunlara ilham verici çözümlerin sunulduğu farklı ülkelerden belgesel ve kısa filmleri içeren bir seçki sunuyor. SYFF; sürdürülebilirlik kavramının ve birbiriyle etkileşim içinde olan sistemik sorunların daha iyi anlaşılmasını sağlarken dünyanın farklı bölgelerinden topladığı hikayelerle ilham vererek izleyiciyi dönüşüm için harekete davet ediyor Öncel, 2008 yılında düzenlemeye başladıkları Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ni (SYFF) bir değişim aracı olarak tasarladıklarını, bütüncül bir bakışa sahip olan, yaratıcı çözümler içeren ve kalbe hitap ederek empati uyandıran belgesellerden oluşan seçkisiyle ve yerel paydaşları dahil eden katılımcı formatıyla yarattığı etkiye odaklanan festivalin Türkiye’de sürdürülebilirlik için toplumsal ve kültürel dönüşüme katkı sağlayan önemli bir role sahip olduğunu belirtiyor. 

 

  

 

Prof. Fatmagül Berktay

'Bizler bütün sorunların bizim sorunlarımız olduğunu bilen kadınlarız; bilgeliğimize yeniden sahip çıkıyor, yarınlarımızı yeniden icat ediyor, iktidar da dahil olmak üzere her şeyi sorguluyor ve her şeyi yeniden tanımlıyoruz. Neye ihtiyacımız olduğunu, öfkemizi, umudumuzu, geleceğe ilişkin hayallerimizi ayrıntılarıyla belirledik son birkaç on yılda. Sessizliğimizi kırdık, sabrımızı tükettik. Acılarımıza ağıt yakmaktan bıktık. Belirsiz sözlerden ve beklemekten bıktık. Eyleme, onura, sevince susadık. Artık yalnızca sabretmek ve varlığımızı sürdürmekle yetinmek istemiyoruz.”* Gerçekten de geçen yüzyılda kadınlar çok şey başardılar, ama kadınların kazanımları kırılgandır. Nitekim bugün bunların bir kısmı tehlikede, ama Türkiye’deki kadınların da onurlu bir parçası olduğu küresel kadın hareketi uyanıklığı ve mücadeleyi elden bırakmıyor, bırakmayacak. Sonuçta 21. yüzyılın kadınların yüzyılı olacağına inanıyorum.'

* Kadınların Küresel Stratejileri Toplantısı Bildirgesi, Beijing 1995

Siyaset bilimci, akademisyen ve yazar Prof. Dr. Fatmagül Berktay çağdaş siyaset teorisi, Türkiye'nin demokratikleşme sorunsalı; Türkiye'de ve dünyada kadınların durumu ve kadın hareketleri; din ve toplumsal cinsiyet konuları üzerinde çalışmıştır. Siyaset bilimine feminist perspektiften bakan, aktivist kimliği ile kadın hareketinde aktif olarak hizmet eden Berktay’ın siyaset bilimi ve kadın çalışmaları alanlarında yurtiçinde ve dışında yayımlanmış çok sayıda makalesi ve kitap bölümü bulunuyor. Kanada’da "Women and Religion" adıyla yayımlanan "Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın" kitabı, feminist hareketin önemli metinlerini toplamayı hedefleyen Avrupa Birliği destekli Fragen projesi kapsamında Türkiye’den seçilen beş eserden biri olmuştur. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmış olan Berktay aynı zamanda Kadın sorunlarından sorumlu devlet bakanlığında danışmanlık yaparak Türkiye'yi Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği dahil çeşitli forumlarda temsil etmiştir. Cinsiyet eşitliği uğrundaki mücadelenin, her türlü ayrımcılığa karşı demokrasi mücadelesinin bir parçası olduğunu belirten Berktay, kadın haklarının çok kırılgan olduğunu, en kolay geri alınabilen hakların kadınlara ait olanlar olduğunun altını çizmektedir. Berktay, kadın hakları mücadelesinin olmuş ve bitmiş bir konu olmadığını vurgulayarak kadınların bu konuda sürekli ve yeniden mücadele edip kazanmak zorunda olduklarını belirtir.

Rümeysa Çamdereli

'10 yıl öncesinde Müslüman feminist hareketten bahsetmemiz mümkün değildi. Bir geleneğin izinde, ama yeni şeyler söylemeye çalışan, yeni yapılanmalar kurmaya niyet eden kadınlardık. Bu 10 yıl bizim için önce var olma, görünür olma sonra da feminist hareketin “gerçek” bir parçası olma süreci oldu. Müslüman erkekleri Müslüman olduğumuza hala ikna edemedik(!) ama birçok feministi feminist olduğumuza ikna ettik sanıyoruz ve dayanışmayı büyütmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bundan sonraki süreçte de biz ve bizim gibi farklı özneliklerin feminizm içerisinde sesinin daha çok duyulduğu, daha görünür olduğu ve feminizmin böylece büyüdüğü bir süreç bizi bekliyor diye düşünüyorum, en azından umut ediyorum.'

Kendini “Müslüman, feminist, müzisyen, anne” olarak tanımlayan Rümeysa Çamdereli, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra eğitimine İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı ile devam etti. Şu an aktif olmayan Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnsiyatifi’nde yer aldı.Kadın meselesi merkezli bir hayat sürdüğünün altını çizen Rümeysa aktivizm anlamındaki faaliyetlerine Reçel Blog ve Havle Kadın Derneği’nde devam ediyor. Türküden Rock’a, müziğin her alanı ile ilgilenen Rümeysa elektro gitar çalıyor, eğitim veriyor, besteler yapıyor ve sıklıkla sahne alıyor. Müslüman bir kadın olarak sahnede bulunmanın başka kadınlara da ilham verebileceğini vurgulayarak onlara bunu başarabileceklerini göstermeye çalıştığını belirtiyor. Başörtülü olarak müzikle uğraşmasının genelde aynı dine inandığını düşündüğü insanların, özellikle erkeklerin, tepkisini çektiğini ifade eden Rümeysa zaman içerisinde kişilerin hak görme ve had bildirme hâlinin giderek şiddetlenmesine karşın doğru bildiği şeyi doğru bildiği şekilde, Allah’a inancını sürdürerek devam ettirmeye çalıştığını belirtiyor. 

Seben Dayı

'Ben Seben 31 Yaşındayım. Gazeteci ve antropoloğum. Tüm dünyada feminist harekete nadir bakılan bir yerden, iki farklı pencereyi birleştiren bir alandan bakıyorum. Ben kadınım. Ben engelli bir kadınım. Şimdi sizlerle belki de en eşsiz deneyimlerinden biri olan 2019’un Kasım ayında Türkiye’de 30 engelli kadın olarak katıldığımız, Bağımsız Yaşam Hakkımız: Wild TURKEY toplantılarından, o toplantılarda ilk defa duyduğum,  o kadar  hakim olduğumu sandığım bir alanda bile bana “Bu nasıl olabilir ki!” dedirten iki cümleden bahsetmek istiyorum.

“Sağır kadınların şiddet gördüklerinde, işaret dili tercümanı bulamadıkları için şikayette bulunamıyorlar.”

“Cinsel istismara uğrayan zihin yetersizliği olan kadınların temel cinsel eğitim almamaları için bu durumu “kocalık oyunu” olarak anlatıyorlar.”

Birbirimizin sorunlarını anlamak, haklarını savunabilmek için öğrenecek çok şeyimiz var. Geçtiğimiz on yıl çok iyi bir başlangıçtı. Yalnız sadece başlangıç...'

Gazeteci, eğitim antropoloğu ve engelli hakları savunucusu Seben Ayşe Dayı, serebral palsi durumuna sahip bir birey. Özel eğitim ve fizik tedaviye küçük yaşta başlayan Dayı, birincilikle mezun olduğu gazetecilik bölümünde burslu olarak okudu, ardından eğitim antropolojisi üzerine yüksek lisans yaptı. Amacının çocukların engellileri ötekileştirmemesi ve farklılıklara saygı göstermesini sağlamak olduğunu belirten Dayı, engellilerin ayrıştırılmadığı, normalleşmiş bir toplumun hayali kuruyor, bunun için önce insanların bakış açılarının düzeltilmesi gerektiğini vurguluyor. Dayı’ya göre devlet kurumlarının evrensel tasarıma uygun bir şekilde fiziksel olarak engelsiz hale getirilmesi ve nitelikli istihdam sağlaması ile mevcut sorunlara çözümler geliştirilebilir. Ek olarak, engelli politikalarının da daha fazla engelli ile yürütülmesi gerektiğinin altını çiziyor. Kurucusu olduğu Erişilebilir Her Şey sosyal girişimi ile kültür kurum, mekan, etkinlik ve festivallerden başlayarak, daha erişilebilir bir yaşama adım atmak isteyen herkese, koçluk ve eğitim hizmetleri ile çözümleri sunan Dayı, kapsayıcı eğitim anlayışının yaygınlaştırılmasına katkı sunmak amacıyla tasarlanan Eğitimde Engelli Hakları Projesi’nde de uzman olarak görev alıyor.

Sema Kaygusuz

'Geçen 10 yıl içinde kadınların zihin dünyası, erkek egemen dil kalıplarının tümüyle dışında kalabildi, bu büyük bir güçlülük bence. Ana akım medyaya, erkek egemen politik arenaya, akademiye, sokağa yeni kelimeler öğreten bu dil, eminim çok yakında feminist bir sıçrama olarak tarif edilecek. Güçlü kavramlar, major kültürel kalıplara karşı minör düşünme metotları hızla yenilenmeye başladı. Sözgelimi erbilmişlik (mansplaining) kavramını bugün birçok kadın biliyor, kullanıyor. Yani kadın hareketi belli grupların üstlendiği politik, örgütlü bir gönüllülük çalışmasından çıkıp bireylere, bireylerin gündelik yaşamlarına temas etti. Kadın hareketinin kendini nerede nasıl göstereceği artık kolay kolay öngörülemez. Eviçlerinden sokağa, yönetime, yargı sistemine kadar büyüklü küçüklü her iktidar çok geçmeden fena halde kadınların diline düşecek. Kültürün bizden çekeceği var.'

Kaleme aldığı yenilikçi ve deneysel eserlerle, ulusal ve uluslararası pek çok ödüle layık görülmüş olan yazar Sema Kaygusuz ustalıkla kurduğu yazın dili ile günümüz edebiyatının evrensel temsilcilerinden biridir. Okuru eğlendirme ve güzel vakit geçirtme amacı gütmeyen yazar, doğayı ve insanı merkeze aldığı eserlerinde okuyucuyu sarsan ve sorgulamaya teşvik eden durumları ele almış. Kaygusuz’un eserlerinde yalnız kadınların hikayeleri dikkat çeker, kendi seçimleri için savaşan ve hayata karşı koymaya çalışan bu kadınlar özgürlüğün bedelini bir şekilde ödemektedirler. Yazar, Libération Gazetesi’nin "Müslüman bir ülkede kadın olmak" konulu yazı dizisi için kaleme aldığı makalede Müslüman bir ülkede kadın olmak sorusunun anti-laik, ayrımcı ve son derece oryantalist bir soru olduğunun altını çizerek, bu sorunun derin bir İslamofobi'ye işaret ettiğini belirtmiştir. 2019 yılında, Sema Kaygusuz ve Deniz Gündoğan İbrişim derlemesi "Gaflet-Modern Türkçe Edebiyatın Cinsiyetçi Sinir Uçları" kitabı feminist değerler üzerinden edebi metinlerdeki türlü gaflet biçimlerinin altını çizerek, cinsiyetçi söylemin edebiyat yoluyla nasıl üretildiğini tartışmaktadır. Kaygusuz, feminist okumanın, metinlere sirayet eden, sinsice sızan eril tahakküm araçlarını deşifre ettiğini ve gelecekte hiçbir kitabı feminizmi ihmal ederek okunamayacağını, okunursa eksik kalınacağını belirtmiştir.